2022.10.10 21:17 sex_kahaniya_hinglish
2022.04.08 18:03 betaj_muthmaar betaj_muthmaar
2024.05.17 07:13 PassionateDeveloper_ Will der KiGa uns los werden?
2024.05.17 06:42 JohnnyRockhard62 Final bosses ranked rehehe
submitted by JohnnyRockhard62 to yakuzagames [link] [comments]
2024.05.17 02:38 Worschtifex Handout: Magisches Buch
2024.05.16 23:18 Purplemembrane100 Regret choosing pcb. 🥲
2024.05.15 21:27 Wehrsteiner Ich hasse moderne Didaktik
2024.05.15 14:11 KaleidoscopeEast2897 Me ayudan porfavor
2024.05.15 13:25 ExtensionTour3439 6-month recommendations
2024.05.14 23:46 TranslatorHour4909 Similarities Between Sumerian & Kurdish
2024.05.14 21:01 zernichtet DB
2024.05.14 16:06 Pixelsaber [Rewatch] 3,000 Leagues in Search of Mother - Episode 8 Discussion
An actress and voice actress best known for being the voice of Nobita Nobi in the Doraemon franchise and the lead female villains in the Time Bokan franchise —most notably Doronjo in Time Bokan Yatterman. Tobe was a child actress from a young age, having joined a children's theater company, and after graduating high school became a noted TV Drama actress in the early days of commercial broadcasting. Her first voice role was in 1965’s W3 and her first named role was in 1966’s Harris no Kaze. Tobe became a voice actress exclusively after marrying, as it allowed her a less demanding schedule for the purpose of raising children. Her son is noted Sunrise animator Atsuo Tobe. Some of her most notable roles include Conan in Future Boy Conan, Marine in Under The Sea Boy Marine, Oyuki in the Urusei Yatsura franchise, Hiyoshi Gou in Super Electromagnetic Machine Voltes V, Princess Mirenjo in Time Bokan Series: Yattodetaman, Wansa in Wansa-kun, Claudia La Salle in Super Dimension Fortress Macross and Do You Remember Love?, Peter in Heidi, Girl of The Alps, Serge in Kaze to Ki no Uta, Yanyan in Time Bokan Series: Itadakiman, Ryūzu in Galaxy Express 999, Dolphin Prince in Dolphin Prince, and Miime in Captain Harlock: Mystery of the Arcadia.Daily Trivia
In the original work, no reason is given as to why Marco’s mother needs to go to Argentina, and the rest of his family situation is not elaborated at all.Screenshot of the day
2024.05.14 13:39 TranslatorHour4909 The Hurro-Urartian Substratum in Kurdish
2024.05.14 12:55 RRedford92 Vermieter kündigt Eigenbedarf an und baut dann KiTa in die Wohnung.
2024.05.14 00:04 EzikVeKaradenizli 3 hatta 7 senemi ziyan ettim.
2024.05.13 20:55 Ok-Air-1354 Ski Aggu ohne Brille
Hey hab letztens mal mit pimeyes das Bild von Ski aggu aus der Bild Zeitung genommen und per Ki Bilder von ihm finden lassen. Was meint ihr zu der Thematik? Schon etwas gruselig oder? submitted by Ok-Air-1354 to SkiAggu [link] [comments] |
2024.05.13 17:13 Visible_Glass4998 Resmi nikah olmadan evlilik?
2024.05.13 13:01 Wonderful_Cup_2527 Aussichten für IT-Freelancer - keine Projekte für Produkt Owner?
2024.05.13 11:11 Tehliquez Turkce rap kitlesi..
2024.05.13 10:35 Dynaxys Mini PC (Minisforum Elite Mini UM780 XTX): Lieber Barebone und selber bestücken oder fertig kaufen?
2024.05.13 07:06 HyperShck Selamlar herkese, tutturu. Steins Gate'yi yeni bitirdim. İzleyenlerle biraz tartışıp sohbet etmemiz gerekiyor.
2024.05.12 14:11 MekhaDuk Osmanlı hukukuna göre cürüm, cinayet ve Livata (tersten ilişki) cezası
https://preview.redd.it/oggvqt12lzzc1.jpg?width=600&format=pjpg&auto=webp&s=5ee13590ccc90f7b9eace8a4652342dea342eff1 submitted by MekhaDuk to TarihiSeyler [link] [comments] ŞAHSA KARŞI İŞLENEN SUÇLAR: HANEFİ ÖĞRETİSİ Hanefi hukukunda şahsa karşı işlenen suçlarla mala karşı olanlar arasında mutlak anlamda açık bir ayrım yapılmaz. Hukukçular çoğu mal suçlarını, en başta malın haksız alınması ya da zarara uğratılması anlamı olan, ama aynı zamanda insan kaçırılmasını da içerebilen gasp başlığı altında tartışırlar. Onlar öldürme ve yaralamaları cinayetler adı altında ele alırlar, ama bu kategori aynı şekilde kaçırma ya da hayvanlar tarafından ya da çöken bir binadan kaynaklanan mali zararları da içine alır. Aslında, Kadıhan her iki başlık altında örnek olayları tekrar eder. Çakışmanın nedeni kısaca aynı temel ilkenin her iki tür suça uygulanabilir olmasıdır. Öldürme ve yaralama olaylarında hukuk, bireyler arasında tam bir dengenin korunmasını amaçladığı kadar suçluyu cezalandırmayı amaçlamaz. Mala yönelik kayıp ya da zarar söz konusu olduğunda suçlu sahibine kaybın tam değerini tazmin etmelidir. Bir yerde, Kadıhan yaralamadan kaynaklanan sorumlulukla mala verilen zarardan kaynaklanan sorumluluk arasındaki analojiyi açıkça belirtir. Şu olayı aktarır: A, B'nin kolunu ısırır ve B kolunu çeker. Sonunda A bir dişini ve B ise kolundan et kaybeder. Hemen bundan sonra Kadıhan olayı gaspa dair bölümde tekrar eder: A B'nin elbisesini yakalar ve B onu çeker ve yırtılmasına neden olur. Her iki olayda da nakit tazmin gereklidir ve her iki olayda da sorun kimin ne miktarda sorumlu olduğuna karar vermektir. Tazminat istemek için mağdur saldırgana karşı özel dava açmalıdır Öldürme olaylarında davayı başlatacak olan yakın akrabalardır, çünkü onlar ölen kişinin davasının mirasçılarıdır. Eğer davayı açan iddiasını kanıtlarsa, hukuk taraflar arasında kısas, diyet (kan parası), yahut uygun bir tazminat (hükumetü)l_)adl) yükleyerek eşitliği korur. Taraflar da bazı olaylarda belirli bir tutara anlaşabilirler. Bunu yapmazlarsa sorun hangi cezanın uygulanacağına karar vermektir. Bu, ilk olarak, saldırganın mağdurun hayatına mı son verdiği yoksa "hayattan daha aşağı bir şey" mi (ma dune)n -nefs) yaptığına, ikincisi hareketin kasıtlı, kasıt-benzeri ya da kaza ile mi olduğuna bağlıdır. Kastı belirlerken hukuk öldürenin zihinsel durumunu ya da öldürme saikma bakmaz, sadece dış görüntüyü esas alır. Kasıtlı öldürme ya da yaralamanın tanımı, saldırganın kılıç gibi bir saldırı silahı (aletü)l-cariha) kullanmasıdır; burada silah kasıtlı yaptığının kanıtıdır. Kasıt-benzeri de saldırganın taş ya da sopa gibi normalde öldürme için olmayan bir alet kullanmasıdır. Diğer öldürme ve yaralama olayları kaza eseri kabul edilir. Eylemin kasıtlı olup olmadığına ilişkin tüm değerlendirmeler kullanılan silahın niteliği, etrafında döner. Silah olmayan durumda, doğrusunu söylemek gerekirse, suç yoktur. Örneğin hukuk boğmayı cinayet olarak sınıflamaz? çünkü katil silah kullanmaz: yetkililer birden fazla bu suçu işlediğinde 'onu idari kararla (siyaseten) idam etmelidirler.2 En basit kurallar kasıtlı öldürmeye ilişkin olanlardır. Bu bir günah olup kısas gerektirir. Yakın akraba (veliyy-i dem) ya öldüreni affeder ya da onun öldürülmesini talep eder. Ancak katil razı olursa diyet isteyebilir. Öldü renle kurbanı arasında eşitliğin olmaması çoğu olaylarda kısas hukukunu etkiler. Dolaysıyla, özgür bir kişi bir köleyi öldürdüğü için ya da bir erkek bir kadını öldürdüğünde, idam edilebilirler; çünkü hukukçulara göre, onlar hukukun kendilerine verdiği koruma derecesi bakımından eşittirler ve burada söz konusu olan bir hayatın sona erdirilmesidir ve tüm hayatlar, organlardan farklı olarak, eşit değerdedir.3 Yakın akrabanın kasıtlı öldürme olayında kısas isteyemeyeceği çok az durum söz konusudur. Örneğin bir babanın ya da dedenin çocuğunu ya da torununu öldürmesi durumunda kısas yoktur. Son olarak kısas hukuku öldürme şeklinde eşitlik aramaz. Katil kurbanını nasıl öldürürse öldürsün infaz her zaman kılıçladır. Kasıtlı yaralama olaylarında kurallar çok daha az bellidir. İlke olarak ya taraflar belirli bir tutar için anlaşabilirler ya da yaralanan taraf kısas isteyebilir. Ancak bu, öldürme olayında olduğu kadar basit değildir, çünkü ya şamı sona erdirmeden daha aşağı derecede bir suç söz konusu olduğunda hukuk, taraflar arasında tam bir eşitlik ister. Dolaysıyla kısas k;ıdınla erkek arasında·olası değildir, zira hukuk kadına erkeğin yan değerini verir; bu özgür biriyle köle arasında da söz konusu olamaz. Ancak, kısas bir Müslümanla bir gayrimüslim arasında olabilir. Hukukun uygulanmasıyla ilgili ikinci sınırlama, "intikam" şeklinde uygulanan yaralamanın ilk yaralamaya tam olarak denk olması gerektiği kuralıdır. Örneğin diş kırma yahut el kesmede kısas vardır. Etkilenen organlar arasında ölçü bakımından farklı lık önemli değildir, çünkü hukukun dikkate aldığı, organın yaran ya da güzelliğidir, ölçüsü değil. Diğer yandan, diş dışında hiçbir kemik için kı sas yoktur, "çünkü diş haricindeki kemikler arasında eşitliği sağlamak, eksik ya da fazla yapma olasılığından ötürü imkansızdır. Dişle ilgili durum ise böyle değildir, çünkü o eğe ile eğelenir. Kökünden çıkarıldığında, [saldırganın] dişi _de aynı şekilde çıkarılır ve böylece eşitlik sağlanmış olur".4 Aynı şekilde, penis ya da dilin bir kısmının kesilmesi durumunda da kısas yoktur, çünkü bunlar şişebilen organlar olup tam olarak eşit bir yaralama uygulamak. imkansızdır. Bu kuralların temelinde, organın bir mal olduğu fikri vardır. Bir organın kaybına neden olan herkes tam olarak eşit bir kayba maruz kalmalıdır: "Organlar mal olarak görülür ve değer farklılığı olan yerde eşitlik olamaz demektir. "5 Kısas sadece organların eşit değerde olduğu ve eşit bir yaralama imkanı bulunan yerlerde işler. Organların tam olarak bir bedele sahip olduğu düşüncesi, görüşmeye açık olmayan aksine hukukun sabitlediği diyet ödemesine ilişkin kurallarda çok daha belirgindir. Diyet sadece iki öldürme türünde ödenir. Birincisi kasıt-benzeri durumdur. Bu bir günahtır ve katilin, bir köle azat etmek yahut iki ay peş peşe oruç tutmak şeklinde kefaret ödemesi gerekir. Aynı zamanda bu diyet de gerektirir. Kasıt-benzeri öldürme olayında sorumluluk, hukukçuların yirmi beşlik dört grup halinde dört türden oluşan l00 deve olarak belirlediği "ağır" diyettir (diyet-i muğallaza). Ağır diyet nitelemesinde ödeme deve şeklinde olmalıdır; bu, hukuki gelenekte mevcut eski zamanlardan kalma bir kU:raldır. İkinci kategori, öldürmenin kaza sonucu olmasıdır. Bu bir günah değildir, ama buna rağmen katile bir kefaret ve "normal" bir diyet (diyet-i muhakkaka) ödemesi yükler. Bu, daha düşük değerli deve cinslerinden yine l00 taneden oluşur, ama l000 al-tın dinar yahut 10.000 gümüş dirhem de onun yerine geçebilir. Rivayete göre, Ebu Yusuf ve Şeybani inek, koyun yahut elbise şeklindeki ödemeye de onay vermişlerdir; ancak bu, Ebu Hanife'nin "miktarın ancak bilinen bir değere atıfla tahmin edilebileceği, bu şeylerin değerinin ise bilinemediği gerekçesiyle karşı çıktığı bir kuraldır. Bu yüzden onlar tazminatın tahmininde kullanılamazlar. Develerle değerleme, ·diğerleri için söz konusu olmayan, meşhur hadislerle bilinmektedir".6 Burada söylenmek istenen şey, tazminat olarak gereken tutarın sabitlenmediği ve hukuk kuramı açı sından değerleme standardının develer olduğudur.? Ağır diyet bir insanın tam değerini temsil eder, ama sadece kasıt-benzeri öldürme durumlarında geçerlidir. Diğer durumlarda normal diyet, değerlemenin standart ölçüsüdür. Normal diyet sadece kazaen öldürmelerde ödenmez, aynı zamanda hukuken belirlenmiş bir çok yaralamada da gereklidir. Örneğin o, saldırganın bir kişiye vurarak görme, duyma, tatma veya koklama duyusunu kaybetmesine neden olduğunda yahut birine arkadan vurup iktidarsızlığına veya şekil bozukluğuna neden olduğunda da gereklidir. Çift olan organlarda iki organın birden kaybedilmesi olayında da gerekli olan normal diyettir. Bu gibi durumlarda o, organın yararının kaybının bedelidir. Başka durumlarda, örneğin sürekli sakalın kaybında, güzelliğin kaybına karşılık ödenir. Başka pek çok yaralama türü için hukuk, normal diyetin belirli bir oranını vazeder. Örneğin göz veya kadın göğsü gibi çift organların tekinin kaybı yarım diyet gerektirir. Tek bir parmağın kaybı onda bir, bir parma ğın tek bir eklemden kopması otuzda bir, bu baş parmakta 'olursa yirmide bir oran gerekir. Kafa yaralamaları hukuk metinlerinin ·özel bir bölü münü teşkil eder; bunlar, kafanın dış yüzeyindeki basit bir çizikten kafatasını etkileyen darbeye kadar uzanan on yada daha fazla kategoriye ayrılırlar; bunların her biri için belirli bir diyet oranı ortaya konulur. Bazı yaralamalar için saldırgan belirli bir diyet yerine "uygun bir tazminat" (hü kümet-i cad[) öder. Ancak miktar tamamen kadının takdirindedir. Onun değerini tespit etmenin çeşitli yollan vardır, ancak Kadıhan8 ve diğer hukukçuların tercih ettiği yol, kadının yaralanan kişiyi bir köle olarak varsayıp yaralamanın onun değerinde yol açabileceği kaybı hesaplamasıdır. Hukuk kürtaj ve çocuk düşürmeyi de diyet altında inceler. Genel kural şudur: Ceninin (fetüs) kaybına neden olmak, ölen çocuğun mirasçıla-rına en düşük diyet (jjurre) olan 500 dirhemi, yahut aynı değerdeki bir köle ya da a ödemeyi gerektirir. Cenin köle ise diyet, erkek olması durumunda değerinin yirmide biri, kız olması durumunda ise değerinin onda biridir. Ancak bu sadece kürtajın kasıtlı olduğu durumda gereklidir: "en düşük diyeti ödeme yükümlülüğünün şartı [annenin] çocuğunu düşürmek kastıyla kürtaj ilacı içmiş olmasıdır."9 Eğer hiçbir kasıt yoksa diyet de gerekmez. Çocuğun düşmesinin nedeni kadına yapılan darbe ise bu durumda saldırganın, ceninin ölü doğması halinde asgari diyeti, canlı doğup sonra ölmesi halinde ise tam diyeti ödemesi gereklidir. Diyet ödemekle ilgili kurallar insan hayatı ve organlarına tam olarak bir bedel koyar. Miktarların bu şekilde tam olarak sabitlenmesindeki amaç açık çası fertler arasında eşitliğin korunmasını sağlamaktır. Kısas hukukunda olduğu gibi saldırgan mağduruna verdiği kaybın aynısına maruz kalmalıdır. Ardından gelen soru, diyeti kimin ödeyeceğidir. Kasıtlı öldürme ya da yaralamalarda, kısasın uygulanmaması durumunda, gereken miktarı üç yıl içerisinde ödemekle yükümlü olan, suçlunun kendisidir. Kasıt-benzeri öldürme durumlarında katilin kendisi değil, onun mensubu olduğu topluluk ( cakile) ödeyecektir. Kasıt-benzeri yaralamalarda ise yine saldırganın kendisidir. Kaza soncu öldürme ya da yaralamalarda, gerekli olan ödeme tam diyetin yirmide birinden az değilse, ödeme sorumluluğu mensubu olduğu topluluğundur. Üyesi olduğu topluluk, bireyler gibi diyeti, yargı kararı anından başlamak üzere üç yıl içinde öder. Ancak eğer davacının kı sas ya da diyet talebi yerine taraflar belirli bir tutar üzerine anlaşmışlarsa, bu hemen ödenmelidir, çünkü bu durumda sorumluluk sözleşmeden doğmaktadır. Bu kurallar açık olsalar da, mensubu olduğu topluluğu belirleme sorunu vardır. Hukukçular, bu grubun işlevinin üyelerine ortaklaşa bir yardım vermek olduğunu ve bu sebeple grubun, hukukun yardım yapma (nusret) kapasitesine sahip olmadıklarını düşündüğü kadınları, çocukları, delileri ve köleleri içermediğini belirtirler. Aynı şekilde, bir gayrimüslim, Müslümanla aynı topluluğun mensubu olamaz, tersi de doğrudur. Bu nedenle söz konusu topluluk aynı dine mensup erkeklerden oluşur. Ancak, terimi daha kesin olarak tanımlamak istediklerinde hukukçular çabalarının büyük bölümünü, topluluğun tanımında arkaik bir geleneği korumaya harcarlar: o bir şehirdeki bir garnizonun üyeleri ya da bir kabilenin mensuplarıdır. Onlar terimin kendi zamanlarındaki muhtemel anlamlarına sadece üstün körü atıfta bulunurlar: "Eğer bugün birbirleriyle ticaret yoluyla yardımlaşıyorlarsa o zaman onların topluluğu tüccarlardan oluşur. Eğer bir birlik yoluyla ise o zaman onların birliğindeki kişilerdir." Ya da: "eğer bir kimse kaza ile ölüme sebep olsa ve diyet gerekse katilin mahalle veya köy halkı onun topluluğudur". Hukukçuların bu türden kenar değerlendirmeleri realitede topluluğun çok kesin bir şekilde tanımlanmadığını gösterir. Bu grup ekonomik bir çıkarı paylaşanlardan yahut akrabalardan veya aynı bölgede yaşayan bir gruptan oluşabilir. Önemli olan, üyelerinin yardımlaşmayı birlikte yapabilme imkanıdır. Bu topluluk, üyelerinden herhangi birinin yol verdiği hukuk ihlallilerinden doğan belirli yü kümlülükleri temizlemede ortak sorumluluk taşırlar ve diyetin ödenmesi yükünü hafifletme görevi görürler. Hukuku ihlal eden kişi sadece grubun bir üyesi olarak kendisine düşen payı öder. Aynı ortak yardım anlayışı hukuk ihlalinin başka alanlarında da karşı mıza çıkar. En başta, nefsi müdafaa adına cinayet olayında kusuru belirleyen genellikle yardımın varlığı ya da yokluğudur. Temel kural bir kişinin, kendisine saldın silahı çeken bir saldırganı öldürdüğünde kusurlu olmadı ğıdır: "Bir saldırgan Müslümanlara karşı silah çektiğinde onlar onu öldü rebilirler." Bir Müslümana saldırmakla saldırgan teknikolarak asi (baği) olur ve onun kam artık koruma kapsamında değildir. Ancak, saldırganın silahı teknik anlamda saldırı silahı değilse, nefsi müdafaa temelli öldürme hakkı yardım gelip gelmediğine bağlıdır: "Bir kimse başka birine karşı gece veya gündüz silah çeker yahut şehirde geceleyin veya şehirden uzak bir yolda gündüz vakti birine sopa kaldırır. Tehdit edilen kişi onu öldürür. O her hangi bir şeyden sorumlu olmaz."Ama o, saldırı amaçlı olmayan bir silahı bulunan saldırganı gündüz öldüremez, çünkü şehir halkı onun yardımına gelecektir. Durum geceleyin yahut şehir dışında farklıdır: "Gece yardım ona ulaşmayabilir ve o kendisini korumak amacıyla öldürmeye mecbur kalmıştır." Oldukça benzer kurallar ev sahibinin evine girdiğini fark ettiği hırsızı öldürme hakkına da uygulanır. Ortak yardım fikri, faili meçhul öldürme olaylarında sorumluluğu belirlemede de bir amildir. Bu durumlarda şehrin bir mahallesi veya köy sakinleri ya da cesedin bulunduğu mülkün sahibi diyeti ödeyecektir. Sorumluluğun nedeni, cinayete fırsat vermekle onların koruma görevini yerine getirmemiş olmalarıdır. Diğer yandan, eğer ceset herhangi bir yerleşim yerine yakm bir mekanda bulunmamışsa kanın hesabı sorulmaz "ve 'yakın'ın ne manaya geldiği . . . bir ses duyabilme [uzaklığıyla] tanımlanır, çünkü eğer [duyamayacak kadar uzakta ise] yardım [kurbana] ulaşamaz ve kimseye ihmal [taksir] suçlaması yapılamaz". Ceset bir kamusal alanda -ana cadde, cuma camisi, umuma açık köprü yahut sahibi olmayan bir çarşı yerinde- bulunduysa, diyeti ödeyecek olan kamu hazinesidir, çünkü buralar hazine gibi kamunun ortak malıdır. Diyet ödenmesine karar vermeden önce cesedin bütün halde olduğunu öncelikle tespit etmek zorunludur. Eğer vücudun yansından daha azı bulunduysa hiçbir şey yapılmaz. İkincisi, vücut "öldürülen birinin" bedeni gibi olmalıdır. Öldürülen bir adamdaki izler darbe veya yaralama belirtileri yahut gözlerden, kulaklardan veya normalde kanamayan başka bir organdan kan gelmesidir. Eğer böyle bir ceset bulunursa ve katil bilinmiyorsa, cesedin ortaya çıktığı köy veya mahalle halkı toplu yemin (kasame) vermelidir. Kadıhan süreci şöyle tasvir eder: Öldürülen bir kişi bir mahallede bulunur. Mahalle halkı yemin vermek durumundadır ve onlar diyet için gereken topluluktur. Öldürülen kişinin en yakın akrabası, aralarından yaşlı ve dindar elli kişiyi seçer; [yahut] dilerse yemin için gençleri seçer. Bu meselede seçme, yöneticinin (imam) değil, öldürülen kişinin en yakın akrabasının hakkıdır, çünkü dava onundur. En yakın akraba elli yemin eden seçtiğinde her biri şöyle yemin etmelidir: "Allah'a yemin olsun ki, onu biz öldürmedik ve öldüreni de bilmiyoruz". Hukukun aşın formalizmi tam olarak elli yeminin olmasını gerekli görür. Eğer elliden daha az yemin eden varsa, bazıları yemini tekrar etmelidir. Eğer sadece bir kişi varsa, o elli kez yemini tekrar etmelidir. Hukuk akli dengesi yerinde olmayanları, çocukları sürecin dışında tutar, çünkü onların sözüne dayanılamaz; kadınlar ve köleler ise "yardım edebilecek grup" olmadıkları için bunun dışında kalırlar. Toplu yemin bir köy, mahalle ya da ev halkını, diyetten değil, kısas sorumluluğundan kurtarır: ."Diyetin ödenmesi gerekliliği öldürmenin görü nüşe göre onlar aracılığıyla meydana gelmesinden dolayıdır, çünkü öldürü len kişi onların arasında bulunmuştur ... Ve korumayı sağlama [noktasında] onların ihmali nedeniyle bu, aynen kazaen öldürmede olduğu gibi, borç olmuştur." Diyet ödeme yükümlülüğü, topluluk ya da toplulukların erkek üyeleri arasında paylaşılır. ŞAHSA KARŞI iŞLENEN SUÇLAR: OSMANLI UYGULAMASI. Osmanlı Ceza Kanunu Öldürme ya da yaralamaya ilişkin bölümlerinde, mülkiyete karşı işlenen suçlar bölümünde olduğu gibi yaklaşık 1540 tarihli Osmanlı ceza kanunu birçok öğeden müteşekkildir. Onda yaklaşık 1490 tarihli kanunun kuralları aynen mevcuttur; bunlara başlangıçta bağımsız olan ya½!aşık 1500 tarihli ceza kanunundan bazı ek maddeler ve tamamen yeni·bazı öğeler de eklenmiştir. Malzeme sistemli bir hale getirilmemiştir. Bazı suçlar için kanun para cezaları oranları belirlerken, diğerleri için kırbaç · darbesi yahut kırbaçla birlikte para cezası koyar, diğer bir kısmı içinse suçlunun kamusal deşifreye maruz kalmasını öngörür. Diğer bazı maddeler sistemli olmayan bir biçimde usul kuralları koyar, bazıları ise para oranlarını duzenler. Saç yahut sakalı çekerek koparmaya, kan akmasına yahut kemiğin ortaya çıkmasına neden olacak şekilde kafaya vurma, bıçak ya da ok saplamaya ve öldürmeye para cezaları koyan maddeler, metindeki en eski katmam temsil eder. Bunlar yaklaşık 1490 tarihli kanundan gelmekte olup daha sonraki gözden geçirmelerde para cezaları değiştirilmemiştir. 16. yüzyılın başlarında eklenen maddeler haksız vurma, birinin sakalını çekerek koparma durumlarında, daha önceki maddeler bu suçlara sadece para cezası koyduğu halde, kırbaç cezası koyar. Aynı ceza iki erkek ya da örtülü olmayan iki kadın arasındaki kavgada da söz konusudur; yolda birine kılıç çekmenin cezası ise belirli bir para cezasıyla birlikte kırbaç cezasıdır. Yoldaki birine ok atan kimse ise utanca maruz bırakılır: "O, kulağında bir okla dolaştırılacaktır" . Cüzdan kesme yahut birini bıçaklamada, "suçlu kolunda bir bıçakla dolaştırılacaktır". Eğer o bu ikisini adet haline getirirse "bu durumda onun eli kesilecektir" Bu maddelerin hiçbirinin Hanefi hukukuyla bir ilişkisi yoktur. Bununla birlikte, kanunun bazı bölümleri gerçekten Hanefi geleneğini yansıtır, özellikle öldürme olayıyla ilgili olanlar. Yaklaşık 1490 tarihli kanun ve onun sonraki tüm düzeltmeleri, sadece kısas uygulanamadığı durumda para cezası emreder ve yaklaşık 1500 tarihli ceza kanununda bir madde kı sasın normal ceza olduğu görüşünü teyit eder: "Bir kimseyi öldüren öldürdüğü kişinin yerine öldürülür."26 Bu madde yaklaşık 1540 tarihli kanunda yeniden ifadelendirilmiş görünüyor. Yaklaşık 1490 tarihli kanunun Hanefi hukukuyla diğer bir benzerliği, kafa yaralamalarını kan akıtanlar ve kemiği ortaya çıkaranlar şeklinde sınıflamasıdır. Bu Hanefi programının çok daha basitleştirilmiş bir versiyonudur. Yaklaşık 1540 tarihli kanunda görülen, faili meçhul cinayet olaylarının usulünü belirleyen madde de kısmen hukuki gelenekten gelmektedir: "Bir kimse [şehrin] bir mahallesinde ya da köyde bir yerde bulunursa, [bölgedeki halk] kesinlikle sorgulanacak ve katili bulmaya mecbur bırakılacaklardır ya da diyeti karşılayacaklardır. Ama eğer [cesette] hiçbir öldürme izi yoksa [halka] sadece ceset onların [bölgesinde] bulundu diye bir zarar verilmeyecektir." Bu madde Hanefi kurallarım yeniden ifadelendirmiştir, ancak toplu yemin yerine o katilin bulunması görevi yüklemektedir. Kanundaki diğer maddeler kutsal hukukun bilgince olmaktan çok popüler bir kavrayışından kaynaklanan kurallar ortaya koyar; özellikle, bir kafir ya da köle aynı suçu işleyen özgür bir Müslümanın ödediği para cezasının yarısını ödemesi gerektiği kuralında olduğu gibi. Bu, çok genel bir anlamda, gayrimüslimlere ve kölelere hukukçuların belirlediği aşağı statü yü yansıtmaktadır, ancak bu özel kuralın Hanefi geleneğinde hiçbir temeli yoktur. Oldukça benzer bir kural, "örtülü" kadınlarla örtülü olmayan kadınlar arasında ayrım yapan maddedir. İki "örtülü hanım" kavga ederlerse, cezaya ödeyecek olan kendileri değil kocalarıdır. Ayrım, öyle anlaşı lıyor ki, kadına nafaka ödemeyi evde mahsur kalması şartına bağlayan ve genel anlamda, evli olmayan kadınları erkek bir velinin vesayetine veren şeriatın popüler bir yorumundan doğmaktadır. Evinde kalan kadın kalmayandan popüler anlayışa göre daha itaatkar ve dindardır; bu, toplumsal statüdeki ayrımla tesadüfen uyuşan dini erdemdeki bir ayrımdır, çünkü sadece kısmen zengin ev üyeleri ev dışında çalışmamayı göze alabilirler. Ce-za kanununu derleyenler, dindarlık ve toplumsal statüdeki bu farklılığı hukuki bir ayrıma dönüştürmüşlerdir. Ayrıca, "örtülü bir hanımefendi" olmayan bir kadının mahkemeye bir dava getirmesi halinde, eğer davacı bir vekil tayin edip kendisi şahsen orada hazır bulunmazsa, savunma davayı kabul etmeyi reddedebilir şeklinde bir kural koyarken bu, Ebussuud'un kendisinin de bizzat kabul ettiği bir şeydir. Görüldüğü gibi, "örtülü hanım" terimi belirli bir İslam hukuk kuralından değil de genel kurallardan ve Müslüman toplumun inanç ve uygulamalarından neşet eden yan-hukuki bir kavram haline geldi. Bununla birlikte, hukukçular böyle bir fikri bilmiyorlardı ve bu sebepten terimi tanımlamaya iş geldiğinde Ebussuud onu özel İslam dindarlığının her türlü fikrinden koparmış ve bunun yerine onu sektiler davranış standartları ve ekonomik statüyle iliş kilendirmiştir: "Kimin örtülü bir hanım olduğunu [tespit ederken] dikkate alınan, aziz şeriatın emirlerine saygı değildir. Bu yüzden kafir kadınlar arasında da kapalı kadınlar vardır. Eğer o, yabancıların önüne çıkmıyor ve işlerini kendi idare etmiyorsa örtülü hanımdır." Ama kanunu c!,erleyenlerin ya da genel anlamda Osmanlı halkının terimi tanımlarken o kadar dikkatli olduklarını söylemek pek ihtimal dahilinde değildir. Büyük bir olasılıkla onlar bunu bir İslam hukuku kavramı olarak düşündüler. Bu yüzden bazı bakımlardan Osmanlı ceza kanunu, yaklaşık 1490 ve 1540 arasındaki tüm gözden geçirmelerde Hanefi hukukunun etkilerini ta şımakta ve farklı para cezaları ve "örtülü hanımlar"la ilgili maddelerde ise Müslümanların genel kitlesinin Hanefi hukukunun ne olduğuna ilişkin kanaatlerini yansıtmaktadır. Ancak koşullarının çoğunun hukukçuların hukukunda herhangi bir karşılığı yoktur. Hanefilere göre öldürme ve yaralama, özel (sivil) bir davaya yol verir. Suçluyu mahkemeye getirip burada kısas ya da diyet talep etmek veya belirli bir miktarda anlaşmak mağdur ya da onun en yakın akrabasının yetkisindedir. Faili meçhul öldürme olaylarında kurbanın en yakın akrabası cesedin bulunduğu bölgede yaşayanlar arasından toplu yemini (kasame) yapacak olanları belirleyebilir. Kısas veya diyet yönetici ya da toplum adına değil, kurban ya da onun mirasçıları adına uygulanmaktadır ve hukuk kuramında bu, taraflar arasında eşitliği koruma cezası olarak çok fazla bir işlev görmez. Ceza kanununda ise şahsa yönelik yaralama kamu davasına yol açar. Suçluları kırbaç, para cezası ya da utanca maruz bı rakma yoluyla cezalandıran kamu görevlileridir ve para cezasını toplayan da onlardır. Kanun aynı zamanda yaralamaya yol açan şeylere verilen cezalarla saldırıya verilen cezalan ayrım yapmaksızın karıştırır; bu, temel kaygının, Hanefi cürüm hukukunda asla bulunmayan bir kavram olan kamu Jüzenini korumak olduğunu akla getirmektedir. O halde yaralama ve saldın olaylarında uygulanacak olan, ceza kanunudur. Ama öldürme olaylarında Hanefi hukuku hakimdi. Ceza kanunu öldürme vakalanrun araştırılmasında ve toplu yeminin yönetilmesinde kamu görevlilerini işin içine dahil eder, ama kısas veya diyet, kurbanın yakın akrabasının yetkisinde kalır. Yetkililer suç için ancak böyle bir talep yapılmadığı durumda para cezası toplayabilirler. Bu yüzden temelde yaralama ve saldırı ceza kanununun yetki alanına girmekte ve öldürme ise şeriatın yetkisi dahilinde kalmaktadır. Ebussuud un Kuralları Yaralama ve Eziyet Verme Belki de bu sebepten, Ebussuud'un şahsa karşı işlenen suçlara ilişkin fet- . valarının hemen hemen tamamı öldürmeyle ilgilidir. Doğrusu, bu davaların çoğu seküler adalet ve idarecilerin sorumluluğunda olduğundan onun fetvalarının çok azı yaralama ve diğer bedene zarar verme olaylarını işler. Bu türden sorular geldiğinde Ebussuud genellikle onları tamamen Hanefi hukukuna uygun bir biçimde, saldırganın mağdura ödediği sabit bir tazminat gerektiren sivil suçlar olarak ele alır. Önerdiği çözüm, Hanefi hukukçularının olmasını istedikleri ölçüde mekaniktir: ( 1 ) Çocuk Zeyd, çocuk Amr'ın gözlerinden birini çıkarır. Ardından Amr Zeyd'in bir dişini çıkarır. Sözü edilen çocukların sorumluluğu nedir? Cevap: Zeyd Amr'a 5.000 dirhem gümüş öder ve Amr'dan 500 dirhem alır. Tam diyet 10.000 dirhemdir. Bir gözün çıkarılması yarım diyet, bir dişin kaybedilmesi ise diyetin yirmide birini gerektirir ve cevap da bu şekilde verilmiştir. Aşağıdakine verilen yanıt da aynı ölçüde açıktır: (2) Zeyd Amr'la oyunda kavga eder. Her ikisi 'de düşerler ve Amr'ın kolu kı rılır. Hukuken Zeyd her hangi bir şey ödemekle yükümlü müdür? Cevap: Eğer [kol] sürekli olarak sakat kaldıysa onun yarım diyet ödemesi gerekir. [ Ch, v. 1 1 06] Kollar da gözler gibi çift organlardır ve birinin kaybı gözün birinin kaybı gibi yarım diyet gerektirir. Öldürme Öldürme büyük ölçüde şeriatın yetki alanına girdiğinden, Ebussuud'un bu konuya ilişkin fetvaları çoktur.Yaralama ve zarar verme durumlarında olduğu gibi o, Hanefi hukukunu uygular ve Osmanlı ceza kanununun bazı durumlarda emrettiği para cezalarına hiçbir atıfta bulunmaz. Bununla birlikte, çok çeşitli örnekleri ele almak zorunda olduğu için, onun Hanefi kurallarını uygulaması mekanik olmaktan uzak olup sağduyu, örf, hakkaniyet ve idari uygulamalara büyük tavizler vermektedir. Hukukçuların koyduğu kurallardan en açık ayrılış, hukuk metinlerinde kasıt-benzeri ve kazaen öldürme ya da yaralama olaylarında diyeti ödemekle yükümlü olan toplumsal grubu Eakile) kaldırmasıdır. Ancak, 16. yüzyıla gelindiğinde kişinin mensubu olduğu topluluk hukukçuların eserleri dışında hiçbir varlığa sahip değildi ve Ebussuud bunu açıkça ifade etmeye çok yakınlaşmıştır: (3) Katil ödeyemeyince onun mensubu olduğu topluluk ( akile) diyeti ödemekle yükümlü müdür? Cevap: Bu topraklarda akile yoktur. [ Ch. V. 1 146] Osmanlı uygulaması Hanefi kuramından bir başka açıdan daha aynlmaktaydı. Hukukçular için, öldürme maktulün yakın akrabası tarafından kullanılacak tam manasıyla özel bir talebe yol açmaktaydı. Faili meçhul durumlarında cesedin bulunduğu yerdeki topluluk, toplu yemin sürecinden sonra diyeti ödemek zorundaydı. Osmanlı uygulamasında katili soruşturan ya da eğer katil bilinmiyorsa araştırmayı yöneten kolluk güçle,ri.ydi. :Şu türden olaylarda ceza kanunu suçluyu bulma yükümlülüğü getirmektedir. Öldürme olaylarında her ne kadar Hanefi hukukçuları yöneticilerin mü dahale etmesini ya da araştırmaya katılmasını emretmeseler de Ebussu.:. ud'un orilann işin içine girmesini onayladığı açıktır. Aşağıdaki olayda o, suçlunun araştırılmasının Hanefi hukukundaki bir saçmalığı giderme konusunda yardımcı olacağını ümit etmektedir: (4) Köyün yakınında bir ağıl vardır. Bir adamın kafası orada bulunmuştur. Yetkililer köy halkından olan Zeyd'e: "Katili bul ya da parayı öde!" diyebilirler mi? Cevap: Dikkatle araştırılması zorunludur. Eğer [köylüler] aleyhine herhangi bir şey bulunamadıysa diyet yahut toplu yemin (kasame) gerekmez. [Ch, v. 1066] Saçmalık, başın bedenin yarısından daha az bir bölüm teşkil etmesi ve bu yüzden söz konusu olayda "öldürülmüş biri"nin bulunmaması ve dolaysıyla hiçbir diyetin gerekmemesidir. Bu Ebussuud'un cevabının son kısmını açıklar. Ancak o, mümkün olan yerlerde diyet ödenmesini bir ilke olarak kabul ettiğinden, katilin bulunması için kapsamlı bir araştırma yapılmasını ister. Aksi halde diyet söz konusu olamayacaktır. Bununla birlikte o, yetkililerin köy halkından birini katili bulmak yahut diyeti öde 'ekle yükümlü yapmasını onaylamamaktadır. Sorumluluk topluluğa ait olmalıdır. Ancak, kolluk kuvvetlerinin katilin araştırılmasına ve katillerin takibi ve mahkemeye getirilmesine müdahil olmaları öldürme olayının modern anlamıyla sivil bir suç olduğu gerçeğini değiştirmez. Davayı getirecek olan idareciler değil, katilin kısas edilmesi, ondan diyet istenmesi veya onun affedilmesi hakkını elinde bulunduran yakın akrabadır. Sorumluluktan Muafiyet Eğer kurbanın yakını katili affederse, o tüm kısas veya diyet sorumlulu ğundan kurtulmuş olur, ama bu şartlarda yürütmeden sorumlu olan yetkililer Osmanlı ceza .kanununun hükümleri ışığında para cezası alabiliyorlardı. Katili muaf tutma hakkı hiçbir kuşku taşımaz. Ebussuud'a soru soran birini endişelendiren tek soru, affetmenin davayı sürdürmekten daha erdemli bir davranış olup olmadığıdır: ( 5 ) Amr, Zeyd'i öldürür. Zeyd'in mirasçılarının onu öldürmeleri ya da ona karşı bir talepte bulunmaları daha iyi midir? Cevap: Eğer Amr dindar ve samimi biriyse ve sözü edilen yaralama29 kaza ile olduysa, bu durumda affetmek daha iyidir. Eğer o kötü bitiyse o zaman ona karşı bir talepte bulunmaları daha iyidir. Ebussuud'un şevkle sorumluluktan muaf tuttuğu ilgili bir öldürme kategorisi de cinsel saldırıyı engellemek için öldürmedir: ( 8 ) Zeyd Hind'in evine girer ve onunla zorla cinsel ilişkiye girmeye çalışır. Hind onu başka bir yolla engelleyemediği için onu bir baltayla vurarak yaralar. Zeyd bu yaradan dolayı ölürse Hind'in bir sorumluluğu var mıdır? Cevap: O bir kutsal savaş (cihat) eyleminde bulunmuştur. Saldırganı yaralayıp nihayetinde ölümüne sebep olmakla kadın, Allah'a kar şı işlenmiş bir suç olan zina eylemini engellemiştir ve bu yüzden Ebussuud hararetle onun hareketini onaylar. Bu, "klasik sonrası" hukukçuların da uygun bulduğu bir kuraldır; örneğin İbni Bezzaz açıkça şöyle der: "Bir adam bir kadını zorlarsa o onu öldürebilir." Ebussuud da aynı kuralı homoseksüel saldırı olaylarına uygulamada eşit ölçüde vurguludur: (9) Zeyd sakalsız Amr'la livata yapmak ister, [Amr] yapacak başka bir şeyi kalmadığı için Zeyd'i bıçakla öldürür. Bir kadının huzurunda olayı anlatır ve köy halkı da şahitlik eder. ve derler: "Amr doğru söylüyor". [Onların şahitliği] kabul edilir mi? Cevap: Tanıklığa gerek yoktur. Zeyd kötü bir adamsa Amr'a dokunulamaz. Onların şahitliği [sadece bunu] teyit eder. Hukukun ev içi katilini muaf tuttuğu ikinci örnek, birinin -özellikle erkeklerin- aynı aileden bir kadını aşığıyla birlikte suçüstü yakaladığında kendisine onları öldürme hakkı veren kuraldır. Bu hukukçuların yüzyıllar geçtikçe artan bir özgüvenle ifade ettikleri bir kuraldır. 12. yüzyılda Kadı han bunu ifadelendirirken biraz ihtiyatlıdır: bir kimsenin, karısı veya baş ka birinin karısıyla zina ederken yakaladığı adamı öldürme hakkı ancak onun onları uyarmasına rağmen hala devam etmeleri şartına oağlıdır. 15. yüzyılın başlarında İbni Bezzaz, kocaya karısının aşığını veya karısını öldürmeye izin verirken biraz daha az dikkatlidir; bu "eğer o kendisini [aşığına] teslim etmişse" mümkündür. 16. yüzyılda İbni Nüceym en cesurlarıdır: "Bu konuda ilke şudur: bir kimse bir Müslümanı zina işlerken görürse öldürmesi helaldir. Sadece o kişinin zina ettiği gerçekte kesin olmadan onu öldürme riski varsa bunu yapamaz." Aynı temel ilke, kocaya karısını ve aşığını "zina ederken" yakaladığı zaman öldü,rme hakkı veren Osmanlı ceza kanununun bazı versiyonlarında bulunan bir maddede de görülür. Ancak bu madde aynı zamanda kocaya olan bitene tanıklık etmeleri için bir grup insanı ivedilikle eve getirmesi yükümlülüğü de getirir. Bu durumda, "ölen kişinin mirasçılarının davaları dikkate alınmaz" . Belki de Ebussuud'un aşağıdaki soruya verdiği yanıtta atıfta bulundu- ğu şey kanundaki bu maddedir: Zeyd karısı Hind'i ve [aşığı] Amr'ı zina anında öldürür. Hind'in ve Amr'ın mirasçılarının Zeyd'e kısas uygulatma ya da ondan diyet alma hakları var mıdır? Cevap: Hayır. [Mesele] hiçbir şekilde araştırılmamalıdır. Bu haramdır. |
2024.05.12 13:41 ahmertash Ortodoks Kilisesi Takviminde Bugün, 12 Mayıs, Aziz Elçi Tomas Pazarı (Yeni Takvim, Düzenlenmiş Jülyen Takvimi)
Aziz Tomas Haftasıhttps://preview.redd.it/0es6mz5zfzzc1.png?width=519&format=png&auto=webp&s=76c38f85100e4b8a0747388d6f0a954ca68c005eYuhanna (20:19-31) “Ne mutlu senin vasıtanla görmeden iman edecek olanlara” Paskalyanın ikinci pazarında İsa Mesih havarilerine, Azîz Tomas da aralarındayken görünür. Aziz Tomas’ın imanı diğer havarilerden daha zayıf değildir. On öğrenci Paskalya akşamı İsa Mesih onlara zuhur ettiğinde iman ederler ama Tomas da onların gördüklereini görmek ve dokunduklarına kendiside dokunmak istediği için İsa ikinci pazarda kapılar kapalı iken onlara görünür. Ve Tomas’a “Bak” ve“Dokun” imansız olma fakat imanlı ol der. İmanın üç derecesi vardır. Birincisi görünen şeylere olan imandır ve bunlar belkide doğal gerçeklerdir. İdrakımız altında olup kainatın gerçekleridir güneş gibi su gibi ay gibi tıp ilmi ile bedensel özellikler ve onların görevleri gibi. Biz bunların hakkında geniş bilgiye sahip ve onların sağlamlığı ve neticelerine inanırız. Ve belkide bunlar manevi gerçeklerdir ve bizler mesela terbiye konusunda şefkatin önemine dünya toplumlarında barışın önemine ve sosyal adaletin gerekliliğine ve benzerlerine inanırız. Bütün bunlar bizim idrak edebildiğimiz ama duyularımızla dokunamadığımız durumlardır. Ama bu saydıklarımızın hiçbiri iman değildir. Ama onun birinci derecesidir ve biz buna “Bilgi” deriz. Bilginin imandan farklı olan tarafı, birincisi sabit ve apaçık belli aşikar olan şeylerle uğraşır ama ikincisi ise, iki kurala dayanan ve bir nevi kararsızlık ve tehlike taşır ki bunlardan birincisi “İman gözü” bu göz eski bir bilgi ve deneyim sayesinde belli bir görüş sahibidir, ikinci kural ise kişisel özgürlük ile doğal ve manevi gerçekler hakkında bildiklerimizden bunların sebep ve amaçlarının ne olduğunu anlama eğilimi ve arzusudur. Yani yaratılmış olanlardan yaratana geçiştir ve bu yaratılmış olanlarda yaratanın sevgisini okumaktır. İşte Tomas’ın iman konusunda durmuş olduğu basamak buydu. Aziz Gregoryos Naysisi’nin dediği gibi Tomas ne zaman ki İsa’yı gördü ve yan tarafına ve çivilerin yerine elini koydu “Ey muallim” diye haykırmadı ve dirilmiş bir bedene iman etmedi aksine “Rabbim ve Allahım” diye haykırdı. Zira Tomas eliyle ve gözüyle idrak edince Rabbe ve Allah'a imana yöneldi. Tomas akla ve duyularına güvendi ve bunlardan Efendisinin Rab ve Allah olduğuna dair iman derecesine yükseldi. Tomas İsa’nın yan tarafına dokunup diri bir bedene iman etmekle kalmadı yaraların yerine dokunarak “Allahım” diye bağırdı. İşte Hristiyanların çoğunluğunun iman konusundaki genel derecesi budur. Yani genellikle anlayalım ve ikna olalım sonra iman edelim. Ama üçüncü derece ise, İsa’nın “Görmeden iman edenlere ne mutlu” diyerek müjdelediği aşamadır. Bizler bazı açıklamalardan sonra efendimizin mucizelerine inanırız ve kilisenin iki bin yıllık deneyimleri ve bazı görünümlere ilişkin anlatımlardan sonra İsa’nın dirilişini kabul ederiz. Ama imanın öyle bir aşaması vardır ki bir süre imanın ikinci derecesini tecrübe edinir işte kişisel deneyimin senelerce imanla beraberliği onu taşıyana güven- kamil bir iman verir ki bu “Akıl gözü” haline gelir ve artık bu göz ne bir araştırma ne de bir dokunuş istemez. İmanda derecelere yükselirken açıklamaya ihtiyaç duyarız ve neye veya kime iman edeceğimize dair güvenimiz akıl, yorum, açıklama ve ispat desteğine ihtiyaç duyar. Ama kişisel deneyim imanı “Mutlak” olanın idrakine yükseltir. Mucizelerden birinde Petrus İsa’dan ispatlar istemedi mi? Petrus İsa’ya şöyle dedi: Eğer sen isen bana emret suyun üstünde sana geleyim. Ve Yahudilerde inanmak için mucize istemediler mi? Bütün bunlar ikinci- orta derecedeki imanın görüntüleridir. Bu, bilgi doyumu, duyularla dokunma ve akli idrake dayanan imandır. Üçüncü derecedeki iman “Görmeden” olandır zira daha önce yeterince görüp bilgi susamışlığını ve güvenin kararsızlığını gideren imandır. Dirilişten sonra İsa’nın sorduğu andaki Petrus’un imanıdır: Ey Petrus beni sever misin? O da cevap olarak şöyle der “Sen bilirsin” Havarilerin ve Tomas’ın imanları, mutlulanan bu üçüncü derecede ki imana ancak İsa’nın dirilişinden sonra ki görünümleriyle ulaşmıştır. Eğer Tomas şüphe etmeseydi bizim şüphemiz baki kalacaktı. Paskalya akşamında İsa’nın göründüğü anda Tomas’ın orada olmayışı Tanrısal bir tasarımdı ki Tomas’ın şüpheye düşmesi ve İsa’nın o mevcut iken tekrar zuhur etmesi ona dokunması Rabbim ve Allahım diye haykırışı bu vesile ile bizlerin şüphelerini gidermiştir. Çoğumuz İsa’nın dirilişi ve öğrencilerine görünmesini okuyup dinledikten sonra Tomas’ın isteklerini dile getiririz yani görmek ve dokunmak isteriz. Ve böylece Tomas görüp dokununca bizim yerimize dokunmuş ve bizim yerimize Rabbim ve Allahım diye haykırmış oldu. İmanın birinci derecesi “Bilgi”dir ikinci derecesi “Hikmet”tir bu “İman gözüne” sahiptir ve onunla göz duyusundan daha fazlasını görür . Üçüncü derece ise “Kamil iman”dır. Bununla insan “İmanla yaşayan” doğruluk ve dua insanına dönüşür ve o zaman akıl ve yürek bilgide birleşir ve ikinci derecede imanın uzun başarılar deneyimi mutlak bir güvene esas teşkil eder ki bu da imanı kamil olan derecesine yükseltir. Ve bizler çoğumuz imanın bu ikinci derecesi basmaklarında gidip geldiğimiz için bu Pazar bizlerin kararsızlığımıza cevap verme ve gidip gelmelerimizi hafifletmek ve imanımızı güçlendirmek için gelmiştir. Bu Pazar günü ilahilerimiz şöyle der: Tomas’ın imansızlığı ne zarifti, imanlıların yürekleriyle bilgiye yaklaştı ve korkuyla “Rabbim ve Allahım” diye haykırdı (Kamil iman) . İşte mucize, imansızlık imanın güçlendirilmesine dönüştü. Efendimiz Tomas’ın şüphelerini gidermek için göründü biz de onunla haykıralım: Rabbim ve ilahım sana yücelik olsun. Amin. Kaynak Konstantinopolis Başpiskoposu Aziz Germanoshttps://preview.redd.it/3z0e5br0gzzc1.png?width=358&format=png&auto=webp&s=9ccf3e72e4a2b48e90e62e82ca68df5e0da075b3Aziz Germanos, Konstantinopolis’teki ünlü bir ailenin oğluydu. Önce Kyzikos Metropoliti oldu, ardından da 715’te Konstantinopolis’te görevinde yükseldi. Aziz Germanos, İmpartator Leo’nun kutsal ikonaları tahrip etme emrine tüm yürekliliğyle karşı çıktı. Bu yüzden görevinden alındı ve 730’da sürgüne gönderildi. Geri kalan ömrünü huzur içinde geçirdi. Aziz Germanos birçok kilise ilahisinin bestecisidir. Aziz, daima Kıbrıs Piskoposu Aziz Epifanios (403) ile birlikte anılır (740). Kaynak Kıbrıs Piskoposu Aziz Epifanioshttps://preview.redd.it/s16ifk22gzzc1.png?width=489&format=png&auto=webp&s=75d0a405aa0ef7a292cce8398ba3ba53fe7a909fAziz Epifanios Filistin’de bir Yahudi olarak doğdu, ama daha sonra kız kardeşiyle Mesih inancını benimseyip birlikte vaftiz oldular. Epifanios tüm mal varlığını fakirler için harcadıktan sonra keşiş oldu. Büyük Hilarion’u (31 Ekim) tanıdı, yol ve bilgeliklerini öğrenmek için Mısır’daki keşişlerin arasına katıldı. Onu önce Mısır’da ve ardından Kıbrıs’ra piskopos etmek istediklerini öğrendikten sonra da alçakgönüllülüğünden ötürü orayı terk etti, ne var ki sonunda yine piskopos ilan edildi. Cemaatini tüm içtenliğiyle korudu, birçok mucize gerçekleştirdi, kilisesini Aryan sapkınlığına karşı savundu, Panarion gibi çeşitli kitaplar derledi. “Beş dilli” olarak anılırdı, çünkü İbranice, Eski Mısırca, Süryanice, Yunanca ve Latince bilir ve hepsini akıcı konuşurdu. Kıbrıs Piskoposu Aziz Epifanios daima Konstantinopolis Başpiskoposu Aziz Germanos (740) ile birlikte anılır (403). Kaynak Günlük Okumalar
|
2024.05.12 09:57 KhanUlrik You have no Power here - Markt trotzt den FED-Falken - Khans Kaffeerunde vom 12.05.2024